RSS

Jolan tru / 1

06 Eki

On yıl sonrası için bir projem var 🙂
Biliyorsunuz bu şe’erli takımı, özellikle beyaz yakalılar,
işten güçten bunalıp daral geldiğinde, emekli olunca küçük bir sahil kasabasına yerleşmeyi,
ya da bir cafe filan açmayı isterler. Emekli olmayı beklemeden radikal bir kararla
işi gücü bırakıp kendini doğaya ve yaşama verenlerine de rastlanır.

Yaş ilerledikçe, insanın beğenileri netleşiyor.
Ben ne isterim, hayatta ne yaparsam “yaşadım” demiş olurum,
ve hatta daha ileri giderek, ben nasıl bir iz bırakırım…

Kendim için konuşmak gerekirse, uzun bir beğeni listem olduğunu fark ettim.
Hem Anadolu’yu dolaşmak istiyorum; hem Antakya Medeniyetler Korosu’nda şarkı söylemek.
Hem çocuklara ders anlatmak istiyorum;
hem Çukurova Devlet Senfoni’de sanatçıların enstrümanlarının bakımını yapmak(bu yaştan sonra ancak bu olur,
yakınlarında olayım yeter); hem leziz ve sağlıklı kahvaltılar, yemekler hazırlamak,
arkadaşlarımı büyük yemek masalarında ağırlamak…
Hem kitap okumak; hem Türk Halk Müziği ekibinde bir enstrüman çalmak.
Hem ney dinlemek ve dinletmek istiyorum; hem keman, hem trombon.
Hem dağlara tırmanmak istiyorum, kendimi bir sporcu gibi görerek; hem evde sadece yemek pişirmek.
Bir tek kişi olamıyorum, bir tek sesle doyamıyorum.

Bir gün böyle bir Ankara yolculuğunda iken,
yola boş boş bakarken, that’s it, time for enlightment;
aklıma bir sözcük düşüverdi : Dost(h)ane.
Buradaki “h” harfi sallanan sandalyenin yandan görünümü.
Sözcüğün içine “h”nin karnını aşağı gelecek şekilde yerleştirirseniz,
hem “dostane” olarak okunabiliyor, hem de “dosthane” olarak.
İkisi de amaca hizmet ediyor.

Dost(h)ane ışıklı bir yer. Beyaz bir bina, en fazla iki katlı,
prefabrik modelleri beğeniyorum.
Kesinlikle verandalı, verandada sallanan sandalyeler var,
yeterince büyüklükteki bahçesinde ağaçlar var ama binayı kapatmıyorlar,
binanın ışıklarını örtmüyorlar, ışıklar sarı ve pırıl pırıl.
Belki Akdeniz bitki örtüsü maki var bahçede ve de rengarenk çiçekler.
Burası bir cafe-ev.
Dışarıdan, içerden gelen tabak seslerini, insan seslerini duyabileceğiniz,
ışıklarıyla sizi içeri çağıran bir ev.

Bu cafe-ev sizi,
“Gönül ne kahve ister ne kahvehane
Gönül sohbet ister, kahve bahane”
sözleriyle karşılıyor, fakat kahvenin de en hasını ikramlık olarak bulunduruyor.
Burada Türk kahvesine asla para ödemiyorsunuz.

İçerisi modernin tüm ferahlığını ve ışığını, eskinin estetik mobilyalarıyla,
zarif tarzıyla harmanlayarak döşenmiş; retro diyelim.
Sizi boğmayan bir eskilik. Işıklı bir eskilik. Temiz kokan, parlayan bir eskilik.
Huzur veren bir eskilik.
Birkaç farklı salonu var,
mesela okuma salonunda okumak için rahat koltuklar, çalışma yerleri…
Burada saatlerce oturup kitap okuyabilirsiniz ve kimse size “Git” demez.
Starbucks’ın daha gelişmişi diye düşünün.

Ana salon dekorasyonu sık sık değişiyor.
Çünkü bu salon bazen neyzenleri, bazen şiir söyleyenleri,
bazen 90’lar konseptini, bazen ciddi bir seminer veren insanları ağırlıyor.
Bazen toplu bir yemeğe, bazen sadece patlamış mısır eşliğinde sinema keyfine ev sahipliği
yapıyor. Burada bir sıra gecesi de düzenlenebilir, ateizm üzerine ciddi konuşmalar da yapılabilir.
Bu nedenle, burayı ihtiyaca göre dekore edebilmek için gerekli malzemeleri depolayacağım bir yerim var,
ya da iyi anlaşmalar yaparak eşyaları kiralıyorum.
Kiralamak daha iyi bir fikir, çünkü o zaman her biri diğerinden farklı tarzlar oluşturabiliyorum.

Bahçemizde yazlık sinema için de sinema perdesi yapılmış.
Burada Türk filmleri de izleyebiliyorsunuz, kovboy filmleri de.
Joe’ya bağırabiliyor, Filiz Akın’la ağlayabiliyor,
ya da hababama tempo tutabiliyorsunuz.

Arkadaşlarımızı (müşterilerimizi değil, dikkat) topluca
ÇDSO konserine ya da Medeniyetler Korosu’nu dinlemek için Antakya’ya götürüyoruz.
Web sitemizden, Dost(h)ane’de o hafta, o akşam ne etkinlik olduğunu sıcak sıcak
takip edebilirsiniz.

Burası Pazar günleri geç kahvaltı veren, diğer günler ise
ikindiden sonra açık olan bir mekan. En sevdiğim vakit ikindi ve akşamın ilk saatleri…
Akşamları Dost(h)ane’deyiz.

Dost(h)ane, etkinliklerini dostlarla kararlaştırıyor bazen de.
Bir dağcılık kulübü gelip öz bir eğitimle bizi kendi dünyalarına taşıyabiliyor,
AKUT gelip sivil savunma hakkında bilgi verebiliyor,
biri sadece anılarını anlatabiliyor,
ya da buradaki dostlar bir haftasonunu, ücralarda kalmış bir okula
el uzatmak için harcayabiliyor.

Burası kar amacı güden bir yer değil,
Masrafını çıkarsın yeter,
Hatta varsa imkan, cepten bile yiyebilir.

 
4 Yorum

Yazan: 06 Ekim 2012 in Nefes

 

Etiketler: , ,

4 responses to “Jolan tru / 1

  1. canerfidaner

    06 Ekim 2012 at 16:07

    Zihnine sağlık sevgili Betül. Yüzyüze görüşme dışında her türlü iletişimin geometrik hızda arttığı bir dünyada insanların fiziksel varlıklarıyla katıldığı “doğrudan iletişim”in önemini, hatta vazgeçilmezliğini hatırlatıyorsun bize.

     
  2. Betül Özmen

    06 Ekim 2012 at 16:13

    Çok teşekkür ederim sevgili Caner. Ses, dokunma ve kokunun olmadığı iletişimler bana eksik geliyor. Yazımın, doğrudan iletişimi hatırlatan yönünü hiç düşünmemiştim aslında. Çok iyi bir fikir verdin bana, bu hayali bu bileşenle de desteklerim artık ve bir gün gerçekleştirmek, o paralel evrenden buraya indirmek 🙂 için daha çok hayal kurarım 🙂 Sevgilerimle.

     
  3. gulnihal

    27 Aralık 2014 at 09:58

    Kalpler, kalpler ,kalpler

    Beni de ise alir misin?

     
    • Betül Özmen

      27 Aralık 2014 at 10:07

      Gülnihalcim, canım,
      İşe almak da ne demek? Bence ben senin harika yemeklerin, pastaların, sunumların için de bu kafe-evi açmalıyım. Sen beni yanına al.
      Nasıl güçlenirim seninle, anlatamam. Sevgiler.

       

Betül Özmen için bir cevap yazın Cevabı iptal et